Günümüzde, bir takım dini argümanları kullanarak çalgı- çengi eşliğinde raks seansları düzenleyen, mehdi olduğunu iddia eden şizofrenik şarlatanların bu ülkede alıcı buluyor olması gerçekten içler acısı bir durum.
Daha vahimi, bu eksantrik yapıların İslam’ın omurgasını oluşturan inanç gruplarıyla irtibatlandırarak, beraber mahkum etmeyi, aynı sepete koymayı alışkanlık haline getirmiş bir güruhun varlığı.
Meseleye sosyolojik perspektiften bakmaya çalışırken akla- karayı, sapla- samanı birbirine karıştıran kerameti kendinden menkul belagat mahrumu bilumum insan var ekranlarda.
Meseleye bilimsel yaklaşan, ilmi ile âmil BEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi değerli hocam Dr. Murat Akın’ın Adnan Oktar ve diğer versiyonlarıyla alakalı daha önce hazırlamış olduğu çalışmasından ilginç analizlere yer vermek istiyorum.
““Mehdi” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de üç anlamda kullanılmaktadır.”
1-“Yol gösteren” anlamında peygamberler için kullanılmıştır.
2-“Hidayete erenler” anlamında tüm mü’minler için kullanılmıştır.
3-“Cennetin yolunu göstermek/kavuşturmak” anlamında kullanılmıştır.
“Bu husus farklı yollarla suiistimal edilerek, gerisinde yüzlerce binlerce mağdur bırakarak bir rant aracı olarak kullanılmış, sayıları gün geçtikçe çoğalan marjinal mehdi tiplemeleri peyda olmuştur.”
“Kendilerini “huzurun kaynağı” olarak gösteren, mehdi olmaksızın dinin fert olarak yaşanamayacağı vurgusu, adalet ve ahlakı temel alan bir öğretinin olmaması, hurafe ve bir takım gizemli gösterilerle göz bağlayıcı olması günümüz mehdi tiplemelerindendir. Ayrıca küresel sömürüye ilkesel bir duruşun olmaması, lüks ve gösterişli hayatın peşinde olması ve aile bağlarının koparılmasına sebep olmasını da bu özelliklere dahil etmek mümkündür.”
“Bu tiplerin belli başlı olanlarından Adnan Oktar, İskender Evrenesoğlu ve Tuncer Çiftçi’nin, müntesiplerini çoğaltmak için yayın organlarını yoğun olarak kullandıklarını görebiliyoruz.”
Bu insanların toplumda azda olsa karşılığının olması; “Müslümanların içerisinde bulundukları psikolojik durumun iç açıcı olmadığını da göstermektedir.”
Yazısını, “Nihayetinde “tabiatın boşluk kabul etmediği” gerçeğinden hareketle, İslami değerlerin hakiki anlamda yaşanmamasıyla oluşan alanları bu tür şahıslar doldurmaktadır.” diye tamamlayan Bülent Ecevit Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Murat Akın’ın bu hafta genel hatlarıyla ele aldığımız çalışmasını önümüzdeki hafta teferruatlarıyla işlemeye devam edeceğiz.
Meselenin özünde şuna bakmak gerekiyor; Siyonizmin laboratuarlarında üretilen bu virüsleri içeride kim fonluyor, kim yemliyor?
Televizyon kanalı kurarak reklamsız yayın yapan, milyonlarca bedava kitap dağıtarak insanların zihnini bulandıran tiplere karşı; “Bedava peynir sadece fare kapanında olur” sözü akıllara geliyor.
Geçmişte ve günümüzde sadece siyasi tercihlerinden dolayı hedef tahtası yapılmaya çalışılan Ehl-i Sünnet cemaatlerin, marjinal gruplarla aynı kefeye konması, kelimenin tam anlamıyla hezeyanın daniskasıdır.
Bunun geçmişte “Harun Yahya” kitapları okuyan, Türkçe Olimpiyatında bayrak sallayanlar tarafından yapılıyor olması ayrı bir garabet.
Bu tipler bahane edilerek İslama ve Müslümanlara, Ehl-i Sünnet omurgayı ayakta tutan inanç gruplarına, hem doğrudan hem de dolaylı olarak saldırılıyor.
“Cemaat” kelimesinin manasına halel getiren şarlatanları esas alarak, bu tasavvuf ocaklarını tartışmaya açan “Cemaatlerin önünü nasıl keseriz” diye kafa yoran zangoçlar…
Enerjinizi, gelir adaletine, fırsat eşitliğine, gen teknolojisine, yapay zeka ve uzay teknolojisine harcasanız…
Memleketimiz için daha faydalı olacak.
Neticeyi kelâm!
İnanç gruplarına yapılan algı operasyonlarına karşı teyakkuz halinde olmak gerekir. Bu teyakkuz hali savunma veya hücum tarzında değil, fitne ve şer odaklarını, trol ve troliçeleri muhatap almamak tarzında olmalıdır.
Kalın sağlıcakla…
YORUMLAR