H İ C R E T

O gece Mekke’de, bir

O gece Mekke’de, bir hain tuzak,
Kurmuş da bekleyen zalimlere bak!..

Hem zalim, hem gafil, hem de zavallı;
Her bir kabileden, bir eli kanlı,
Seçilmiş de gelmiş; “Dârü’n-Nedve’de”
Verilen kararı ifa etmede,
Sanki yarışıyor gibi amansız;
Peygamber avcısı, be hey imansız!..

Oysa ki beride, yüceden yüce
RABB’i emreylemiş; “Hicret” o gece.
Belli ki, önceden gelmişti ferman;
Zira, çekilmezdi; Mekke’de zaman.
Refakat şerefi, Ebu Bekir’e
Duyrulmuş; hazırlık, tamamdı bile.

“Hicret”, göç değildi; gerilen bir yay!
Ne Lehep, ne Cehil, ne put, ne saray;
Kalır mı önünde? İslâm’dı oku!
Kâfiri saran da zaten bu korku.
Şimdiden görmüştü sanki “Bedir’i”,
“Uhut’u”, “Hendek’i”, “Mekke Fethi’ni”.
Şimdiden titriyor küfr’orduları,
Kisra sarayları, Bizans surları…

O gece Muhammed, dedi : “Ya Ali !
Ehline teslim et emanetleri.
Hırkama bürün de yatağıma gir,
Peygamber de olsa tedbir gerekir.
Sen, şu gafilleri biraz oyala;
Biz de “Ya Bismillah !” düşelim yola.”

Diye vedalaşıp, çıktı evinden;
Sure-i Yasin’di, şimdi dilinden
Ve bir avuç toprak, gözlere perde
Dört gözle bekleyen avcılar nerde?
Nasıl olmuştu da göremediler?
Sırr-ı İlâhî’ydi; eremediler.
ALLAH, Resulünü darda kor muydu?
Bin bir tuzak olsa, bozmak zor muydu?..
O gece, o sabah, ertesi gece;
“Ne zaman çıktılar?” belki bilmece.
Çölde iki yolcu, dönüp baktılar;
Mekke’ye bir acı “Ah !” bıraktılar:
“Ey Mekke, ey benim sevdiğim şehir!
Zalimler elinden çektiğim nedir?
Senden ayırdılar, işte gördün ya;
Dönmek ahdım olsun, haydi elveda!..”

Diyerek yönelip, çöllere doğru;
O mahzun gözleri, yaşlarla dolu…

O gece gökyüzü, öyle karanlık;
Doğacak güneşe, hasret insanlık.
Bu güneş, Mekke’de doğmuştu çoktan;
Medîne’ye doğru şimdi ufuktan,
Yükselip geliyor; “Müjdeler olsun!”
Âlemler Tevhîd’in nuruyla dolsun…

Şehrin yakınında “Sevr Dağı” vardı,
Mübarek yolcular dağa tırmandı.

Medine nerede?.. Sevr Dağı nerde?..
Niçin seçilmişti, bu yol seferde?
Bir büyük manevra, ihtiyat, tedbir;
Müşriklerle alay, belki, kim bilir?..
Hem sonra, develer, şehirde kalmış;
Çıkarken almaya fırsat kalmamış.
Burda beklemekti, en doğru karar;
Nitekim develer gelene kadar,
Orada bir mağ’ra bulup girdiler;
“Biraz selâmete erdik.” dediler.

Tam üç gün, üç gece, sende misafir
Ey yüce Sevr Dağı! Bu ne şereftir?
“Tûr-u Sina”, “Hira”, benzeri adın;
Mümin gönüllerde daimdir yâdın.
Ne seni unuttuk, ne de “Âmir’i”,
Çobandı; sürüyü sürdüğü gibi,
Mağ’ranın önüne getirir, kordu;
Susuz yolculara süt doldururdu.
“Ebu Bekir oğlu Abdullah” dersen,
Kimdi ya Mekke’den haber getiren?
Beride müşrikler, geç uyanmıştı;
Peygamber’i hâlâ yatar sanmıştı.
“Bu iş burda biter, tamam!” dediler,
Hançerleri çekip eve girdiler.
Örtüyü açınca gördüler “Ali”,
Yatıyor; korkusuz arslan misali!..

Ne yaman aldanış, ne büyük alay?
Yutulur lokma mı, bu kolay kolay(!)
Av elden kaçmıştı, oldular deli;
Dört yana saldırıp, kuduz kurt gibi
Boş yere dövünüp boşa koştular.
“Bulana yüz deve!”, daha coştular.
Günlerce çöllerde iz aradılar,
Medine’den beri hep taradılar.
Heyhat! Ne çare ki emekler boşa;
Son ümit, atları sürüp yokuşa ,
İşte “Sevr Dağı’na” böyle gelindi;
“Acep şu mağ’rada var mı?” denildi.
Kapının önünde durup baktılar,
Gerçekten gafiller ne ahmaktılar?
Biraz eğilseler göreceklerdi;
Şükür ki Rabb’ime, izin mi verdi?
O anda, telaşlı arkadaşına
Muhammed Mustafa, dedi: “Boşuna,
Mahzun olma sakın, ya Ebu Bekir!
ALLAH bizimledir, göremez kâfir.”

Ve onlar dışarda, bunlar içerde;
“Hamdolsun!” o anda, gözlere perde
Hemen mucizeler beliriverdi;
“Ümeyye bin Halef”, deliriverdi :
“Görmez misiniz ki, Muhammed daha
Doğmadan, örümcek ağ germiş burda?
Hele şu güvercin yumurtaları,
Basmamış yıllarca insan ayağı.
Hangi aptal varsa girsin içeri!..”
Deyince; ar edip döndüler geri.
Öyle şaşkın, mahcup, öyle perişan;
İlâhî silleyi yeyince insan,
Kulaklar işitmez, akıllar durur;
Kalpler mühürlenir, gözler kör olur…

Böylece savuştu büyük tehlike;
“Abdullah Ureykıt”, develer ile
Gelince, yeniden çıkıldı yola.
Günlerce çöllerde vererek mola
Giderken, “Sürâka” yetişip geldi;
Niyeti, tıyneti, yüzünden belli.
“Kureyş’in vâ’di var: “Yüz tane deve!”
Bu fırsat bir daha geçer mi ele?”
Zenginlik, şan şöhret, bütün gayreti;
Gafil, ne bilecek gerçek saadeti?..

Ne var ki, sevinci uzun sürmedi;
Daha ilk hamlede at tökezledi.
Sürâka, sırt üstü düşünce yere,
“Fala bakmak” geldi, aklına çare.
Gördü ki, orda da durum berbattı;
İşine gelmedi, kaldırıp attı.
Bir daha, bir daha ve de bir daha;
Her yeni hamlede çakıldı kuma.
Tebdili şaşmıştı: “Bu ne biçim iş?
“Lât”, “Menat” ve “Uzza”, imdada yetiş!”

Muhammed, karşıda, yüce dağ gibi;
Sürâka’yı sardı, korku ağ gibi.
Baktı ki sonunda helâk olacak;
O anda ruhunu, öyle bir sıcak
Duygu kapladı ki, derin mi derin;
Affına sığındı, hak Peygamber’in.
Aman dileyerek, dönerken geri,
O da pek yakında İslâm neferi!

Ne günler, geceler… Ne mucizeler?..
Çölleri yarmakta, kutlu develer…

Beride Medîne, mübarek şehir!..
Yollara dökülmüş; “Ensar”, “Muhacir”.
Gözler, ufukları deliyor gibi;
Bir büyük müjde var : “Geliyor !” gibi.
Geliyor gerçekten, “Resûl-ü Ekrem” ;
Sırdaşı, yoldaşı, “Ebu Bekir” hem.
Müminler yekvücut, dillerde “Tekbir!”
Yürekler bir atar, gönüller hep bir.

Sel olmuş akıyor ; yaşlısı, genci,
“Kuba” önlerinde bayram sevinci :

“Hicret’in mübarek olsun, ya Ahmet !
Çölleşmiş ruhlara ilâhî rahmet.
Şükürler olsun ki, kavuştuk sana;
Bundan böyle canlar, feda uğruna.
“Akabe biatı”, şeref sözümüz;
Yoluna baş koyduk, birdir özümüz.
Dostun, dostumuzdur; düşmanın, düşman;
İnşallah müşrikler, olacak pişman.
“Hak” geldi, bâtılı yere serecek;
İslâm sancakları, göğe erecek !..”

Böylece gelindi, “Kuba köyüne”;
“Ya ALLAH, Bismillah !” sesleri ile.
Mübarek ellerle taşlar çekildi;
“İslâm’da ilk mescit”, inşa edildi.
Ne mutlu, o günü yaşayanlara;
“Taş” değil, “mücevher” taşıyanlara!..

Medîne, karşıda bekleyedursun,
Mümin’le münafık aşikâr olsun…

Hicret yollarında son konak yeri;
Günlerden bir Cuma, yine ileri.
“Ranuna vadisi”, dolmuş taşıyor;
Müminler, yeni bir bayram yaşıyor!..
“İlk Cuma namazı”, ve de “İlk Hutbe”;
“Allah-ül Azim’den” tüm müminlere,
“Hicret hediyesi”; kıyamete dek,
Her Cuma, o namaz, yâd edilecek…

Nihayet Medîne !.. En son menzile,
Allah’ın izniyle, selâmet ile
Ulaşıp giriyor; yüce Peygamber,
“Evs”, “Hazreç” ve “Naccar”, hepsi beraber.
“Tekbir” sesleriyle çöller inliyor;
İhtimal melekler, gökler dinliyor !
Tefler çalınıyor, sonsuz bir neşe;
Sevinçten uçuyor; mümin, mümine…
Tarihler görmemiş böyle bir fetih;
Ne ordu, ne silâh, en büyük Fâtih !
Mümin kabileler bayram ediyor;
“Hoş geldin Muhammed, hoş geldin!” diyor.
Herkes bekliyor ki, kendi evine
“ALLAH’ın Resul’ü” misafir ine.

Gönüller sultanı, gönül kırar mı?
İşte, devesinin serbest yuları.
O, nerde durursa, orda inecek;
Böylece gönüller incinmeyecek.
“Kasva” ağır ağır, başına buyruk,
Dolaşıp varıyor; “Eyyûb’a” konuk.

Hicret, sona erdi; “Elhamdülillâh!”
“Gün, “Cihad” günüdür; haydi “Bismillâh!”_________________________
Ta ki, din, ALLAH’ın oluncaya dek
Cihad, yeryüzünden eksilmeyecek.
Hicret, göç mü sandın? O bir işaret;
Cihada, “Cihad-ı Ekber’e” davet !

Ahmet Ertuğrul KARAHAN