ZEYNEP BOYNUDELİK’İN KALEMİNDEN

NİKSAR’LILAR“ Hoşgelmişin ressamım,sefalar getirmişin

NİKSAR’LILAR“

Hoşgelmişin ressamım,sefalar getirmişin terzim!
Bügün bahalım neyi dikeciğin,nereye boya süreceğin?
Buluta yağmur resmi,rüzgara esinti mi çiziceğin? Yoğsa güneşe saklambaç mı oynatacağın?
Bilemiyim ki ahlım fikrim ermiyin sanatına!
Gurban oluyum sana ,sevdiceğim;
Gocaman gara yağız torpaklardan ,yemyeşil boyalı ovalara düşüdün.Bi de göl çiziydin maviye çalan gözleriyle ,tadından yenmezdi hani ? Senin isteğine galmış ,benim ne haddime!
Gurban oluyun sana bi de bakıyın göl kinarında oturuyun bu deli gızın!..”
Diyor ve bembeyaz kolalı tülü yavaşca çekiyor
Orta Anadolu’dan ,şehrime gelen gelin.
Mahallenin hükümet gibi ,önünden geçilmeden karar verilemeyen Hakimiyingesinin gelini.
“ Şindiki cahallar gendi buluyu . İstedim ki gendi şeherimden olsun. Nerdee? El bulmuş esker ocağında.” diyerek daha gelini almadan söylendiği günler.
O gelinin sayesinde ilk defa gördüğümüz kara yağız topraklar.Yeşilden sonra gözlerin çıplak kaldığı bozkır.
Eskinin ,içini dışına çıkaran kaburgasını ciğerlere batıra batıra götüren hurda minübüslerden biriyle hınca hınç ,meşakkat dolu bir gelin alma.Bir o kadar da kalbimize atılan mutluluk iksiri kahkahalar.
Bir çeşme başında verilen çay molası.Küçük tüpde kaynayan çayın kokusuyla,Hakimiyingenin geceden pişirdiği sıcacık cevizli ekmekler…
Gün bugün gibi ömür treninde.Lakin yolcuların çok azı aramızda artık.Yeni gelinin dediği gibi;
“ Anaam hepsi ölülükde o günkü gelenlerin !”
“ Nerde zahmet orda rahmet” sözlerinin dayanılmaz hafifliği altında getirilen gelini, çok seviyoruz.
“ İki eli kanda olsa her işimize yetişir Ruhiye gelin” diyor annemler her defasında. “Hardal sarısına dönmüş tülleri kardan beyaz,yağdanlığa dönmüş demliği kandilden parlak etti .Halıların bezerük çiçekleri bile yeniden açtı” fısıltıları kulaktan kulağa dolaşıyor.
Ruhiye abla hep yorgun ,hep solgun.
Nevruzda ,nohutlu ekmekler,baklalı dolmalarla çıkılıyor kaleye.
Un kavurmalı keteleri sunuyor Ruhiye abla.
Gözleri bulutlanıyor yerken.Anacığının özlemi onu sardığı kadar bizleri de esir alıyor.
O günden sonra konuşur oluyor çiçekle,böcekle,kelebekle,vadiyle…
İşte her sabah tülü açıp ‘hoşgelmişin ressamım,terzim ‘ dediği günlere kadar ilerliyor.
“ Gız gızım sabahın köründe gonuştuğunu bi de bana habar et hele.Valla oğlan duyacah diye ödüm gopuyu.Ânıyom ananı babanı özlüyon emme neydek nere gidek?
Derdini söyle derman oluyum ,daha bundan eyi gaynana bulamazsın ne diyim başka?”
Diyen Hakimiyingeye ,hıçkırıklarla sarılıyor Ruhiye abla.
“ Ah gözel anam ,gözünün yağını yediğim anam
Ben yanıp tutuşuyom her an ,her saniye.
Şu gocaman kainatın sultanı ,hem ressam gibi çiziyin,hem terzi gibi dikiyin.Şu gözeller gözeli manzarayı gördüğünde ,içim aşktan kavruluyun!” diyor nefes nefese heyecanı zirvede.
Ne olduğunu çözemeyen Hakimiyinge pencerenin tülünü sıyırıp karşılara bakıyor ve;
“ Gız ne var ki orada o gadar ayıp bayılacak bi iş göremiyom ben.Sana gurşun dökeceğim nazarlandın sen ,ecünlülere garıştın valla.”
Diyor ve felak nası okumaya başlıyor.Kendi kendine de söyleniyor bir tarafdan;
“ Garşıda ki gale gaç yıllık gale ,eteğinde üç beş baraka,etrafda gale içinin surları .Hey Yarabbim bu ne görüyü acaba?”
…… Ne Ruhiye abla yangını söndürebiliyor , ne de Hakimiyinge o yangını görebiliyor?
Onun aşkını yazmaya ne kağıt yetiyor ne kalem?
Nehirin suyunu testiye sığdırmaya çalışıyor eşi Muammer abi.Sanıyor ki bu gelip geçici bir hâl.Üç güne beş güne bitecek.Lakin sarmaşık gibi sarıyor onu ve ruhunu vuslatına kavuşturuyor.
Onun yokluğuyla yüreği yangın yerine dönen Muammer abinin,mezar taşına yazdırdığı muhteşem mısraları okuyorum bugün:
AYIN—ŞİN—GAF———عشق
“ ALEMİ İNSAN EDEN ÜÇ HARF İLE BEŞ NOKTADIR
VASILI CANAN EDEN BEŞ HARF İLE ÜÇ NOKTADIR”
Ruhiye ablanın deyimiyle bugün ölülükde bir ramazan vakti geçiriyorum .
Şehrimin tüm göçenlerine rahmetle elfatiha!