Papatyadan taçlar yapardı annem.
Aslan ağzından küpeler.
Yaprakdan yorgan, otlardan yastık. Cevizden beşiği vardı kardeşimin, meşeden benim sandalyem.
Kuş sesleri ninnimiz, kaplumbağalar misafirimizdi. Çam kozalaklarıyla kuleler kurar, taşlarla karıncalara yuvalar kurardık.
Dünyanın kalbi bizim kulübede, bizim oynamaz saf duru gözlerimizde atardı. Kimsecikler kibritle oynamaz, kıvılcım çıkarmazdı.
Böcekler diri diri yanmaz,kelebekler ağlamazdı. Ahiret hayatına elinde fidanla giden dedem, ağaçlara sırrını açan ninem, selvi ağaçlarının altında yattıkları kabirlerinden kalksalar, bir daha dünyaya dönmek istemezler diye düşünürüm hep.
Ağaçların bugün gerçekten ayakta öldüğünü gören yürekler yangın yeri!..
En vahşi, en zararlı canlının insan olduğunu haykıracak ağacı, sesimin yankılanacağı ormanı da kaybetmenin korkusu kıvılcıma sebep zaten!
Oysa ben bebeklerime papatyalardan etekler dikecek, gelinciklerden hırkalar örecektim.
Kırmızı başlığımla, sepetimde çiğ börekler büyükanneme götürecektim.
Sahi biz ne zaman bu kadar insanlığımızı kaybettik?